29 Temmuz 2015 Çarşamba

KÜRŞAT BAŞAR & SON ROMANI "YAZ"

  1. R1-Sen yoksun yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı. –Nazım Hikmet Ran (Saman Sarısı)
    2-Hayatım boyunca kendimi bir yere ait hissedemememin nedeni, bir adada doğmuş olmam mı acaba? Hiçbir yere bağlı olmayan, tek başına, denizin ortasındaki küçücük bir kara parçasında… Belki yalnızlığımın kendimi olmadık zamanlarda bile yalnız hissetmemin nedeni de budur belki, kimbilir.
    3-Kendimi bildim bileli, bulunduğum yerde değil, başka bir yerdeydim ve yaşadığım zamanda değil, başka bir zamandaydım. Bu hep böyle… Sanki jayatım boyu kalabalık bir havaalanında elimde bavulumla oturuyorum. Birileri geliyor, birileri gidiyor, herkes nereye ait olduğunu, nereye gideceğini biliyor. Hatta saat kaçta gideceğini onu kimin karşılayacağını… Bense bir türlü nereye gideceğimi, nereye gitmek istediğimi bulamıyorum. Evet sürekli açılan ve sonra yeniden toplanan bir bavul… Ama insan yalnızca giysilerini koymuyor onun içine bir yerden ayrılırken… Bütün o zamanın içinde birikmiş duyguları hüzünleri mutlulukları, acıları, yıpranmışlığı anıları ve her seferinde kendi kendine sorduğu ve cevabını pek bulamadığı bir sürü soruyu da doldurup gidiyor. Kimbilir, belki de gerçekten gizemli olan bir şey var, hepimiz için ayrı yazılmış şifreli yazı gibi, ne yaparsak yapalım bizi yine o kurguya çeken kendi verdiğimiz kararlarla hayatımızı kurduğumuzu sanırken aslında öncede tasarlanmış bir sahnenin oyuncusu yapan… İnsan bir gün evinden çıkıyor ve hiçbir zaman önceden kestiremeyeceği maceralara sürükleniyor. Alıştığı, kendini güvende hissettiği, ağır büyük kapılarını istediği zaman sıkı sıkı kilitlediği, surlarla gözetleme kuleleriyle çevrili iç ülkesinden çıkıp tanımadığı insanlarla dolu bilinmedik yerlere ne aradığını bilmeden, biraz korkarak ama aynı zamanda karşı koyamadığı bir merakla belki de asla bulamayacağı bir gizemin peşinden gidiyor.
  2. 4- Karmaşık, bize çok şey anlatan ama bir başkasına aktarırken zorlandığımız, zaman dizimini nereden başlayacağımızı asla bilemediğimiz aslında sıradan ve koskoca dünyadaki sayısız insanın hayatından çok da farkı olmayan bir hikaye… Eskiden insanlara hayatlarını anlattırmayı sonra onları istediğim gibi değiştirerek yazmayı severdim. Bazen birbirine eklemeyi, birbirini tanımayan insanları yaşayanları ve çoktan bizi bırakıp gitmiş olanları bir araya getirmeyi, onları kitaplardan filmlerden gerçek olmayan kahramanlarla buluşturmayı… Tanımadığım insanlara bakarak onlara hikayeler uydurdum. Gittiğim evlerdeki eşyalara bakarak, geriye doğru o evlerin, o evde yaşayan insanların hayatını kurmaya, o hayatın kırılma noktalarını kader çizgilerini çıkarmaya çalışırdım. Tıpkı hayat gibi onu yazmak da eski zamanlardan kalma dev bir duvarın önünde dolaşarak ona el sürerek sihirli bir taşa dokunup gizli geçidi bulmak bizi bambaşka bilinmeyen yerlere götürecek kapının kilidini açmaya çalışmak gibi hem gizemli ve heyecan verici hem de çoğu zaman umarsız bir çaba.
  3. 5-Beni büyüleyen her zaman sözcükler oldu. Bazı insanlar her şeyi görerek anlar. Bense hayatı anlatılanlardan kendi kafamdan kurduğum cümlelerden anlamayı seçtim. Sözcükler hayal gücünüzü kullanmanızı sağlar, görüntülerse sınırlar. Ama sözcükler gerçek değildir o yüzden benim kurduğum dünya aslında gerçek değildi. Ve bunca yıldan sonra (artık 40’lı yaşlarımın sonlarındayım) itiraf etmeliyim ki gerçek benim sandığım kadar karmaşık değilmiş ve aslında sözcükler onu bozup içinden çıkılmaz hale getiriyormuş. Çünkü sözcüklerin büyüsüne fazla kapılırsanız, gerçekliği en iyi biçimde tanımladığınızı sanırken aslında sıradan gerçeği karşısında sizi şaşkın bırakacak büyük bir yanılsama yaşarsınız.
  4. 6- Bazı insanların hayatını tek bir sözcük belirler. Benim hayatımı belirleyen sözcük : Özlem. Eğer dilimizde böyle bir imkan olsaydı aslında iki sözcüğü birleştirmek isterdim ; hayal ve özlem… Çünkü hep gidenleri özledim. Hayaller kurdum ve onları özledim. Ama yok. Yazık ki böyle bir sözcük yok. Çocukken yalancının biri olduğumu söylerlerdi çünkü bir şeyi anlatırken gördüklerimle o an aklımdan geçenleri birleştiriyor sonra da ikisini birbirinden ayıramıyordum. Sonradan gerçeğin anlatımından hayatım boyunca sıkıldım. Çünkü aslında dünyanın herhangi bir yerinde yada döneminde herkes birbirine benzer şeyler yapıyor ve bunları öylesine olduğu gibi anlatmak elimizde gerçekliği değiştirebilecek güç varken pek akıllıca gelmiyor bana.
    7-Yılbaşından bir gün önceydi soğuktu. Kar durmadan yağıyordu. Hiç unutmayacağım bir akşamdı. Böylece o akşam bir trene binip uzaklara başka bir ülkeye, başka bir zamana gidemeyeceğimi anladım. Bunu yapabilmemin tek yolu vardı ve ben onu yapmaya karar verdim; Yazmak.
    8-Sözcüklerin büyüsü dedim. Ama ne büyük laf! Çoktan kayboldu o büyü artık. Biz büyürken sanki gizli bir el, sonsuzluğa yazılmış sandığım bütün o sözcükleri alıp gitti, yerine ilkellerin anlaşmasına yetecek basitlikte elektronik bir sözlükte bıraktı. Gittikçe kısalan cümlelerle gittikçe hızlanan anlatım biçimleriyle yüzyıllarca yazılsa da tam olarak anlatılamayan bir duygunun bir şarkıda basit haliyle tekrarlanmasıyla yetiniyor mu herkes artık? Sanırım evet, yetiniyor. O zaman kim bu devirde televizyondaki bir diziyi, çalıp duran bir telefonda bir arkadaşını anlattıklarını tanıyıp tanımadığı insanlara olur olmaz notlar yazmayı bilgisayar başında geçirilen saatleri, akşama gidilecek eğlenceyi bırakıp da yüzlerce sayfalık bir romanı satırlarını bölümlerini atlamadan okur? Ben mi? Beni saymayın. Henüz çocukluktan yeni çıkmışken kitap delisi amcam bütün servetini bana bırakmasaydı bende kitap okumak yazmak gibi artık opera sahnelemeye benzer bir arkaik alışkanlığa sahip olmazdım herhalde. Bütün serveti dediğim sayısını kimsenin bilmediği kitaplarla farklı dillerde el yazmalarından eski yeni özel basımlara kadar koskoca bir odayı dolduran ciltler, eski zaman dergileri, çizgi romanlar, yasak yayınlar, gazeteler ve akla gelecek basılı her şeydi. İnsanın çocuk yaşta Karamazov Kardeşleri, Sokrates’in sonu gelmez gevezeliklerini, kocasını bahçıvanla aldatan Lady Chatterley’i, giyinip kuşanıp arabasıyla ortalıkta hava atmaya meraklı Bihruz Bey (galiba çok zaman geçse de bazı şeyler değişmiyor)kendi gençliğiyle bir meydanda karşılaşılan ve bütün kentlerde saçları saman sarısı sevgilisini arayan şairi, yurttaşlarını tanrılara kurban etmek için yüzyıllar boyu akıl almaz yöntemler geliştiren uygarlıkların (Evet uygarlığın tanımlarından biri de buydu) tarihini atının üstünde pelerinini savurarak gelip kraliçeyi kaçıran şövalyeyi, bütün kadınların aşık olduğu yakışıklı casusu, yakası açılmadık hikayelerle dolu erotik romanları, ıssız adalarda yeniden hayat kurma hayallerini, bilinmez yerleri keşfe çıkan gezginleri, bazen koskoca bir dünyayı bazense yalnızca içsel bir serüveni anlatan bütün o kitapları okuyunca hayatla ilişkisi bir tuhaf oluyor. Tabii bunu sonradan anladım.
  5. 9-Koskoca bir dünyada kendine bir yer bulmak nasıl böyle zor olabilir? Aslında herkesin yaşamak istediği bir yer olmalı ama sanırım hiçbirimiz gerçekte olmak istediğimiz yeri bulamıyoruz ve hepimiz bize sorulmadan bırakıldığımız yerde yaşamaya çalıştığımız için böylesine şaşkınız. Belki de insanlar bu yüzden neresi olduğunu bilmediği ama her nedense ait olduğunu sandığı bir başka yere gitmeye çalışıyor… Gerçekte yada düşlerinde… Ben öyle yaptım.
    10-Tıpkı romanlardaki gibi bütün çocukların sırları vardır. Utandıkları, büyüdükleri zaman hatırlamak istemedikleri günler… Günün birinde o sırları bilen bir başkasıyla, çocukluk arkadaşıyla karşılaşınca yeniden hatırlanan yada zaman zaman sebepsiz yere akla gelip sizi utandıran anlar… Kimi zaman şeytanca ama çoğu zaman masum… Hayatım boyunca kiminle tanışsam bir an gelir onun çocukluğunu düşünürüm. Birine çok kızdığım zaman, nefret ettiğim zaman hep bunu düşünürüm. Bir kadına baktığım zaman aslında çok da uzak olmayan bir geçmişte annesinin eteğine tutunup azıcık arkasına saklanan küçük bir kız olduğu gelir aklıma… O zamanda kimseye kızamam.
    11-Gerçekten de bir sır var mı? Bu eşsiz, her birimiz için farklı, tuhaf yolculuktaki rastlantıların, karşınıza çıkan beklenmedik insanların birdenbire girdiğiniz yolu değiştiriveren olayların ve her kim olursanız olun dünyanın neresinde olursanız olun, aslında bir gün daha, bir saat daha hayatta kalabilmek için verdiğiniz o bilinçsiz çabanın içinde yer alan bir sır… Sizi buradan alıp artık bütün kaygılarımıza korkularınıza, telaşlarınıza, kimi zaman bir an durup da hissettiğiniz o sonsuz yorgunluğa son verecek, tıpkı çocukluğun uyku saatleri gibi güvenli, huzurlu ve sessiz bir anla sonsuza dek taşıyacak bir sır var mı? Galiba bütün bu kitapların arasında amcamın en çok okudukları, günün birinde olmadık bir yerde olmadık bir şeyi bulmak uğruna yaşadığı hayatı bırakıp yollara dökülen insanların hikayeleriydi. Bir bilinmezin peşine, en yüksek dağların zirvesine, arzın merkezine duyulmuş ama henüz görülmemiş ülkelere, kayıp adalara, deniz altına, yada uzayın boşluğuna… Var olduğumuz dünyadan başka bir yere gitmek, el değmemiş yeni bir dünya bulmak için…
    12-İnsanın hayat yolculuğunun küçük bir ev ve bahçenin sınırları içinde kalmasıyla, okyanusları, çölleri, kıtaları aşarak gökyüzünü bir baştan ötekine geçerek hatta başka bir gezegene giderek, en yüksek dağların zirvesine çıkarak yada dünyanın derinlerindeki mağaralara inerek yaşaması arasındaki çok büyük bir fark var mı gerçekten? 
    (13) Sana çok önemli bir hazine bırakıyorum. Bu öyle bir hazinedir ki, hayatta hiçbir şey onu satın alamaz. Bu zenginliklerin en büyüğüdür. Bütün kitaplarımı sana bırakıyorum. Onların en küçük bir zarar görmesi beni mezarımda rahat bırakmayacaktır. Senin bu mesuliyeti yüklenecek biri olduğunu biliyorum. Sevgili yavrum, bu kitapları oku, onlara çiçek gibi bak, onlar olmadan hiçbir karara varma, hayatta sana lazım olacak her şey onların içindedir. Sana hayatın sırrını bırakıyorum, onu sen bulacaksın.
    14-Zavallı çocuk! Henüz dünyada el değmemiş bir toprak parçası, tırmanılmamış bir zirve, inilmemiş bir çukur, keşfedilmemiş bir ada bulunmadığını bilmiyordum. İnsanoğlu dediğimiz ve tek tek bütün tarihe dağılmış benzerlerimizin oluşturduğu o soyut varlık, açgözlü sırtlan sürüleri gibi pervasızca her şeye saldırmış, her yeri yağmalamıştı. Ama sonunda pek fazla bir şey değişmemişti. Biri daha büyük evlerde otururken ötekiler daha küçük evlerde oturuyor, herkes daha büyük bir evde oturmak için çabalıyor ama sonunda herkes sığınacağı kadar küçük bir toprak parçasına gömülüp unutuluyor. Hepsi buydu. Bütün bir hayat buydu işte. 
    15-Sonra uzun yıllar geçince anladım ki, aslında amcamın kendine kurduğu hayat hiç de kötü değilmiş. Çünkü insan kitaplarla, hayallerle, kendi odasında, dünyada başına gelecek her şeyden uzak ve huzurludur. Okuduğum kitaplarda asıl ilgimi çekense anlattıkları öyküler değil, onları nasıl anlattıklarıydı. Çünkü aslına bakarsanız çoğu kitap birbirine benzer ve çoğu kez aynı şeyi anlatır. Olay akışından beni koparmak için uğraşıp duran yazarların hiçbiri bunda başarılı olamazdı. Eğer o gözle bakarsam, yani ders kitaplarına yaptığım gibi yalnızca ana hatlarıyla özetlersem bu kitapların hiçbir özelliği kalmıyordu. Kaldı ki, nedenini bilmiyorum, artık böyle yaşımdan büyük kitapları okuyarak büyüdüğümden mi yoksa kimse bana böyle şeyleri anlatmaya gerek duymadığından mı, her neyse benim böyle birtakım ahlaki kaygıları anlamam kolay olmuyordu. İnsan birine aşık olup onun peşinden gidecekse, yani hayatta yapmak istediği buysa neden gidemiyordu? Bunun yerine en kötüsünü yapıp intihar ediyordu… Anlamakta güçlük çekiyordum. Aynı şekilde, çok sevdiği birini kıskanarak yada gitmesine katlanamayacağını düşünerek onu öldürmesini ve bu kez artık sonsuza dek kaybetmesini anlamak benim için imkansızdı.
    16- Zamanla kitapların kendine özgü bir varlığı olduğunu fark ettim. Bu biraz zaman aldı. Ama neden bazı kitapları çok sevdiğimi bazılarından çok sıkıldığımı düşünürken, sevdiklerimin, okurken içimde garip bir kıpırtı, belli belirsiz bir çoşku yarattığını anladım. Buna “ruh” diyordum. Sözcüklerin içinden belli belirsiz bir koku gibi çıkıp sizi içine alan, başınızı döndüren, heyecanlandıran, gerçekten de bir odada tek başınıza oturmuş kitap okuyormuş değil de, bambaşka bir yerde, bambaşka bir zamanda tanımadığımız insanlarla beklenmedik şeyler yaşıyormuşsunuz hissini veren bir şeydi bu. Ne yazık ki bu ruh çok az kitapta vardı. Yazarların büyük çoğunluğu o ruhu zorla oluşturmaya çalışan çok okumuş yeteneksizlerdi. Bir resim, renklerle desenlerle bütünlüğüyle size bir şey gösterir, bir müzik parçasını bedeniniz kendiliğinden algılar, siz bunun için ayrıca fazladan bir şey yapmazsınız. Ama bir kitap okurken sözcükleri bir araya getirip ondan bir anlam çıkarmanız, gördüğünüz işaretleri ve bağlantıları deşifre etmeniz gerekir. Size verilen şifreleri kullanarak resmin parçalarını siz kendiniz bir araya getirirsiniz. Kitaplarla aramızdaki ilişki dolaylı ilişkidir. 
    17-Onu gördüm ve içimde bir şarkı çaldı
    Onu gördüm ve aklıma ilk gelen şey çocukluğum oldu
    Onu gördüm ve sanki içimdeki fırtına dindi
    Onu gördüm ve bütün renkler parlamaya başladı
    Sanki kapı çalınıp çocukluk arkadaşınız yıllar sonra tekrar çıkagelmiş gibi…
    Unuttuğunuz bir anıyı bulmak gibi…
    Karmaşık dağ yollarında kaybolduktan sonra birdenbire bir dönemeçte denizle karşılaşmak gibi…
    Bazen bir duygu kendiliğinden gelip içinize yerleşir ve siz farkında olmasanız da vazgeçilmez, kurtunulmaz bir biçimde hayatımızın, bedenimizin bir parçası olur. Kimse içindeki o garip suçluluk duygusunu söküp atmayı başaramaz. 
    18-Yaz başlayınca insanlar akın eder, eylül başında okullar açılınca geri döner, yollar ıssızlaşır, hüzünlü bir şarkı gibi yapraklar dökülmeye başlar ve öylece yerde kalırdı. Derken yağmurlar başlar, deniz yemyeşil olur, sanki tanımasanız da herkes sizi bırakıp gitmiş gibi bir yalnızlık hissedesiniz. Artık sandıktan kazakların çıkma zamanıdır… Herkes gider siz kalırsınız… Öyleydi herkes giderdi ben kalırdım.
    Onun için yaz, içinde hiç bitmesini istemediğim eşsiz anlar ve aynı zamanda hiçbir şeyin, hiç kimsenin sonsuza dek benimle kalamayacağını anladığım ayrılıklar mevsimiydi. Ve belki de bu yüzden onu gördüğüm an, içimde yükselen o mutluluk ve heyecan aynı anda tanıdık bir korkuya dönüşmüş ve ona “YAZ” demiştim.
  6. https://svetlena87.wordpress.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder