29 Temmuz 2015 Çarşamba

ACELENİZ NEDEN? O KADAR MI SIKICIYIM?

Yazma uğraşı içinde olanlar için bilinen ve hep kullanılan tabir vardır;”Dünya ve hayat ile sorunu olanlardır yazanlar… Yeterince konuşmayı anlatmayı denemiş ama boşluğa konuşmuş gibi hissetmişlerdir anlatmaya çalıştıkları bir kulaktan girip diğerinden çıkmıştır sanki ve yazmaya başlarlar. Belki söz uçar yazı kalır diye belki de anlatırken anlaşılmayan kendi hayatla sorunlu düşüncelerinin şimdi ya da gelecekte zamanı gelince okunurken anlaşabileceğini umarlar.
  Yazanlar sıkıntılı insanlardır en basit ifadeyle. Yazarak önce kendilerini sonra okunduğunda aynı sıkıntıyı çeken okuyuculara ulaşacaklarına ve o sıkıntı her neyse yazıya konu olan çözümün bir parçası olabileceklerine olabilecekleri umudu onların sıkıntısını dünya ile dertlerini azaltır.
 Yazının ilerleyişine bakılırsa yazarların yazma sebepleri dünya ve hayatla ilgili sorunları üzerine devam edeceği izlenimi verdiğimin farkındayım ama biraz şaşırtmaca ters köşe durumu olacak çünkü konum bu değil…
  Konumuz sıkıntı; nasıl bir sıkıntı olduğu boyutu karmaşıklığı önemli değil. En küçüğünden başlarsak yani gündelik can sıkıntısından… Tanıdığımız ya da hiç tanımadığımız birinden göreceğimiz bir davranış, duyacağımız bir söz canımızı bütün günümüzü etkileyecek kadar sıkabilir. Hepimiz günlük hayatlarımızdan biliriz ki bu mümkün fazlasıyla…
 Sadece tek bir güne değil de günlere aylara hatta belki bütün hayatımız boyunca gitmeyen varlığını hissederek altında ezildiğimiz sıkıntılar yok mu? Olmaz mı dediğinizi duyar gibiyim… Neler olabilir ki bu büyük sıkıntılar hastalık ölüm anlaşamadığınız halde hep birlikte olmanız gereken insanlar ve ilişkileriniz iş hayatınız aile hayatınızdaki her şey olabilir. Bazen ölüm veya hastalıktan daha beter gelebilir iş veya ailenizden biriyle alakalı sıkıntı; ölüm ve hastalık söz konusuyken diğerleri küçük sıkıntılar demeyeceğim. Çünkü sıkıntı algısaldır görecelidir boyutunu da algılayışımız belirler. Fakat değişmeyen herkesin hemfikir olduğuna emin olduğum tek şey var ki o da “sıkıntı” herkes için en az bir kez varlığını hissettirir. Ve yine eminim ki o sıkıntıdan kurtulmak istemişizdir çünkü hayat akışımızı yavaşlatır hatta durdurabilir bile ister pire kadar olsun ister deve kadar.
 Neden sıkıntıdan kurtulmak için çabalarız ki? Mutluluğumuzu bozduğu için bir tür engel gibi gördüğümüz için değil mi? Herkesin cevabı gibi benim cevabım da evet bu soruya fakat burada küçük bir yol ayrımına gireceğim kendi cevabıma eklemeler yapmaya çalışacağım. Bende sıkıntıdan kurtulmak isterim ama sıkıntımı severim sıkılmayı severim. Sıkı can iyidir çıkmaz diye mi düşünürüm belki de. Yazarken sıkıntılı bir düşüncem olup da yazabildiğimden mi severim buna da belki…
 Ben sıkıntımı severim. Sıkılmayı severim. En belirgin belki içermeyen sebepten ötürü severim. Sıkıntı ve sıkıntı dolayısıyla canımın yanması; içimizde bütün hayat boyu doğada doymak bilmez birincil hayat gücü yani istencimiz yüzündendir. Bu istencimizle hedefimiz arasına konulan büyük küçük engellerdir sıkıntı yaratıp canımızı yakan. O engelleri kaldırmaya çalışmak ve hedefe ulaşmaktır sıkıntıyı yok etmenin yolu. Birçok kez hedefe çabalar ulaşırız sıkıntı gider, bir süre sıkıntının bizleri terk ettiğini hisseder seviniriz. Hedefimize doğru çabalamanın ve ulaşmanın doyumu bile bizi bir süre idare eder, çok kısa bir süre sonra yine sıkıntı geri gelir. O sıkıntıdan da kurtulmak için çabalarız ve yine başarırız bu kısırdöngü hayat boyu devam eder.
 Varlığını hissettiğimiz anda yok etmeye çabaladığımız sıkıntıdan aceleyle kurtulmak isteriz hele ki sıkıntı giderildikten sonra yine sıkılacağımızı bir kısırdöngüye takılı olduğumuzu bildiğimiz halde nedir nedendir bu sıkıntıdan kurtulma acelemiz? Acele ederiz çünkü varoluştan yok oluşumuza doğru önlenemez yolculuğumuzda kısa süre içinde ortaya çıkıp dikkatimizi ve dünya üzerindeki vaktimizi çeler çalar sıkıntılar; kendilerini dikkatimizi dağıtarak çeken dikkat çelicilerdir sıkıntılarımız bir tür hırsızdırlar.
 Oysa hayatın sonsuz bir isteme elde etme, sonra yeniden istemekten ibaret bir kısır döngüden ibaret olduğunu anlarsak sıkıntılardan kurtulmak için bu kadar acele eder miyiz? İşte ben bu yüzden sıkıntımı severim. İnsanların sandığının tersine hep mutluluk yerine sadece mutlu anlar vardır sıkıntılı anlardan koparıp aldığımız. En büyük kendimize ve hayata insanlara dair derslerimizi de sıkıntılı anlarımızda alır sonrasında o mutlu anlara ulaşırız. Aslında sıkıntı da mutluluk da anlıktır ve aynıdırlar birbirleriyle; sıkıntıyı daha çok ve daha yoğun gibi gösteren ondan kurtulma çabamızdır ve insan mutluyken mutludur fark etmez ama mutsuzken fark eder.
Yazımın en başına dönerek bitirmek istiyorum. Yazan insanın dünyayla hayatla sorunu sıkıntısı vardır her insan gibi… Yazanlar başta sıkıntısını anlatmak için yazarlar belki ama zamanla sıkıntılarını sevmeyi öğrenirler ve daha da sonra o sıkıntılarını neden sevdiklerini fark ederler ve tabi ki bunu da yazarlar. Sıkıntının büyük ya da küçük olsun kaçınılmaz kısırdöngünün parçası olduğunu ve kurtulmak için acele etmememiz gerektiğini anlatmaya çalışır ve yine anlaşılmayı umarlar tıpkı benim gibi.
Tıpkı sıkıntımız her ne ise, onu acele etmeden sindirerek düşünerek onun bize katmak istediğini kazanıp onu severek ve neden sevdiğimizi bilerek yolcu etmek, anlık olarak da olsa sıkıntının yerine gelecek mutluluğun dozunu artırıp anlamlı kılacağından sıkıntılardan kurtulmak için acele etmesek mi?Sıkıntı göründüğü kadar sıkıcı mı gerçekten?
GREENSEA-OKYANUS GÖK


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder