29 Temmuz 2015 Çarşamba

DEVRİM YERİNDE KULLANILIRSA DEVRİMDİR

   Her ne kadar din ve devlet işlerinin birbirine karıştığı, dinin her şeye cevap olduğu, bilimin sanatın mantığın düşünmenin geri planda kaldığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Sartre’in dediğini bu zaman dilimine uyarlarsak eğer insanın, insanın cehennemi olabildiği bir süreçte olduğumuzu söylemek çok da yanlış olmaz sanırım.  Ama dün tekrar izlediğim ve her izlediğimde aynı heyecanı duyabildiğim “Devrim Arabaları” filmini izlediğimden ve hala etkisinde olduğumdan olsa gerek bugün kendimi o kadar da cehennemde hissetmiyorum. Devrim Arabaları filmindeki ruh ve düşünce yapısının ve 91 yaşındaki Cumhuriyet’in, dini önce ılımlaştırırak zamanla gözümüze soka soka yönetim şekli hali getirmeye çalışanlara da cehennemi yaşattığını da daha net görebiliyorum bugün.
  Cumhuriyetin temel taşlarını yerinden oynatmak ve Atamızın hiç yoktan kurduğu Cumhuriyet’i yok etmeleri gerçekten yoğun çabalarına rağmen sonuç vermedi. Neler yapmadılar ki? Atatürk’ün içki ve sigarasına yüklendiler, içkinin günah oluşunu da arkalarına aldılar. Atatürk’ü içkisi ile sigarası ile heykelleri gibi görüp insan olduğunu unutturmaya metalaştırmaya çalıştılar. Kahve fincanlarına, her tür gündelik eşyaya Atatürk fotoğrafları koyarak de Cumhuriyet için verilen mücadelenin gücünün küçültüldüğünü ve metalaştırmaya yardımcı olduğu da şüphesiz. Fakat atladıkları çok önemli bir nokta vardı ki, devlet işleriyle uğraşıp ülkesini bağımsızlığı kazandırmaya çalışan bir askerin, devlet adamının yaşadığı zorluklardan doğan stres ile içmesinden doğal ne olabilirdi ki? Öyle olmasa bile içtiği sigara ya da içki ile zarar verecek ise kendine zarar verecekti. Kim karışabilir ki birinin kendine zarar verme özgürlüğüne?
  Heykellerini yıkmaya çalıştılar, ajandalardan 29 Ekim, 19 Mayıs gibi önemli günleri çıkarmaya çalıştılar. Başaramadılar. Başarsalar bile ajandalarda, takvimlerde bu günleri görmemiz değildi önemli olan, o günleri beynimizde yüreğimizde hissetmemizdi, tarihimizi ve Atamızı ve eseri Cumhuriyet’i unutulmaz kılacak olan. Bunu da düşünemediler. Çünkü Türk insanının beynine, yüreğine, düşüncelerine hiç önem vermediler saygı duymadılar ki diktatörlerin saygı duyduğu dünya tarihinde görülmüş bir durum değildi zaten.
 Atamız ise bizleri din altında değil, tek bir dil altında toplamıştı. Türk dili. Türk dini içinse şöyle demişti;
“Türkiye Cumhuriyeti’nin  resmi dini yoktur. Türkiye bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilemez. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılamaz.”
Çünkü Atatürk Türk milletinin çok uluslu çok kültürlü oluşuyla zenginleştiğinin farkındaydı.
  Din temel alan yönetim sistemi ise Atatürk’ün bu ileri görüşlü ve özgürlüğe saygılı düşüncelerini dinsizlik olarak yorumladılar. Buna tepki vermek mümkün ama kızman neredeyse imkansız çünkü dar görüşlü insanların ileri görüşlü insanların düşüncelerini anlamasını beklemek çok hayalperestçe olur. Dar görüşlülere dair tek hayalperestlik de bu olur sanırım.
  Sanat, kültür, yaratıcılık, hayal etme, özellikleri dar görüşlü insanlara göre değildir. Birçok örneğini görmekteyiz bu günlerde bunu kanıtlayan. Fazıl Say’a yapılanlar, bütün dünyada izlenebilen filmlerin cinsel içerikli diye gösterime girememesi, yıllarca sahnelenmiş ya da okunmuş Macbeth gibi eserlerin yasaklanması ve daha neler neler…
Atamız ise yine o ileri görüşlülüğü ile bu günleri görmüşcesine bu konuda da düşüncelerini çok güzel ifade etmiş ve şöyle demiştir;
Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.*Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti’nin tarihi bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkılaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır. *Bir milletin sanat yeteneği güzel sanatlara verdiği değerle ölçülür.
     Ülkemizin deneyimlediği bu iki zıt yönetim şeklinde tek bir ortak nokta gibi gözüken, Batı’ya dönmüşlük vardır. Ki bu da sadece görünüştedir. Atatürk Batı’ya dönmüştür yüzünü ama tıpa tıp aynısını alıp uygulamak için değil. Bilgilenmek ve faydası varsa Türk milletinin de faydalanabileceği ilerleyeceği şekilde uygun bir şekilde düzenleyip faydalanılması ilerlenebilmesi için Batıya dönmüştür. Şimdi yaşanan durum ise neredeyse tam tersidir. Ne denirse onu yapan şekilde yüzümüz Batıya dönüktür.
   Beni bu yazıyı yazmaya iten noktaya “Devrim Arabaları” filmine geri dönersem eğer, bu film yukarda yazdıklarımın görselleşmiş halidir diyebilirim. Hep yabancı ürünlerin ithal edilmesi ve kullanılmasına bir karşı duruşuyla devrim niteliğinde bir film.  Bir otomobil imgesiyle Atatürk’ün düşüncelerini, Atatürk Türkiye’sine dair izler taşıyan adı gibi Devrim niteliğinde düşündürücü yaratıcı ve yaratmaya itici bir yapıt.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder