28 Ekim 2015 Çarşamba

MASKELİ BALO VE PALYAÇOLARIN SONU

Bebekliğimize dayanan korkutucu anılarımız yoksa hepimiz palyaçoları severiz. Sirkte veya bir tiyatro sahnesinde karşımıza çıkarlar çoğunlukla. Bizi hem güldürüp hem düşündürmek isterler. Yüzlerindeki palyaço makyajı ve palyaço ifadesi hiçbir şey yapmasalar bile gülümsetir mutlu eder bizleri. Çünkü gündelik hayatta mecburiyet dışında yüzünde palyaço makyajıyla dolaşanları görmeyiz.
   Ya da görmediğimizi sanırız. Görünenden ötesini görmeye anlamaya çalışmayanlar için palyaçolar ya sadece sirklerde ya da tiyatrolarda sahnedirler. Oysa bütün palyaçolar maskeler hayatın içinde bizimledir. Kendimiz de onlardan biriyizdir. Tek farkımız palyaço olduğumuzu bütün dünyaya belli eden boyalarımız yoktur yüzümüzde… O boyalı yüzü içimizde saklarız, bütün gücümüzle gizleriz. Bulunduğumuz iş arkadaş aile ortamlarında sirkteki sahnedeki palyaçonun durumuna düşmemek için öyle iyi saklarız ki kendimiz bile unuturuz varlığını…
   O sirkteki yüzü boyalı palyaçolar ve tiyatro sahnesinde rolüne bürünmüş kostümlü makyajlı oyuncuların hepsi bize bizi yansıtırlar. O varlığını dahi kendimize unutturduğumuz içimizdeki maskeleri fark etmemiz ve onlarla yüzleşmemiz için sahnedirler. Sanatın tiyatronun sirkin ve oyuncunun palyaçonun amacı ortaktır biz izleyenleri, mecburiyetlerimizi unutturup kendileriyle bir olmaya çağırırlar ki görünenden ötesini görebilelim.
   Kaçımız bunu başarabiliyoruz bilmek zor… Ama bilinen bir şey var ki Soren Kierkgaard’ın da söylediği gibi, “dünyanın sonu her şeyin şaka olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek.”   Ağlayacağımız ya da düzeltmek için bir şeyler yapabileceğimiz zaman da kalmamış olacak ve bu sona hepimiz tıpkı palyaçolar gibi ağlayamadığımızdan güleceğiz…
“Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış. Palyaço haber vermek için sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlamış.Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar daha da hızlanmış.Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka olduğunu sananların yükselen alkışları arasında gelecek.” –SOREN KIERKGAARD
GREENSEA

23 Ekim 2015 Cuma

ATATÜRK’ÜN İNSANLIK İDEALİ / THE HUMANISM OF ATATÜRK

THE HUMANISM OF ATATÜRK
ATATÜRK’ÜN İNSANLIK İDEALİ
Atatürk’ün, insanlık idealini taçlandıran barış tutkusu ise, gerçekten dikkate değer bir enginliktedir. Bu büyük Türk, hiç kuşkusuz, her şeyden önce, meslekten yetişmiş bir asker, dolayısıyla bir savaş adamıdır. Kendisinin askerlik hayatı incelenince; savaş tarihini, savaş prensiplerini ve savaş psikolojisini bütün kapsam ve derinliği ile kavradığı; bunları savaş alanlarında büyük bir gerçekçilik ve ustalıkla uyguladığı hemen göze çarpar. “Kumandan, yaratan demektir” 8 inancını taşıyan Atatürk, üstün bir stratejist, usta bir taktikçi, insan gücü ve lojistik konularında da büyük bir teşkilâtçı olarak savaş alanlarında daima başarı kazanmış seçkin bir komutan olmasına rağmen, hiç tereddüte kapılmadan söyleyebiliriz ki, savaşı sevmemiş ve mecbur kalmadıkça ona baş vurmamıştır. Bu görüşümüzü vurgulayıcı nitelikte olmak üzere: “Harpçi olamam. Çünkü, harbin acıklı hallerini herkesten iyi bilirim”9 diyen Atatürk’ün savaş hakkındaki kesin kanaati şu sözlerinde tam bir açıklıkla yansır: “Savaş, zarurî ve hayatî olmalıdır. Milleti savaşa götürünce, vicdanımda acı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lâkin; millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça, savaş bir cinayettir.” 10
Buna karşılık Atatürk, barışçı kişiliğini bütün enginliği ile ortaya koyan, “Yurtta Sulh! Cihanda Sulh!” ilkesini, Türk politikasının temel unsuru yaparak insanlık idealine dikkate değer bir katkıda bulunmuştur. Bu noktada, hemen belirtmek gereğini duyduğum bir husus var: Atatürk’ün barış tutkusu, hiçbir şekilde “Her ne pahasına olursa olsun barış” anlamına alınmamalıdır. Çünkü bu büyük insan, militarist olmadığı gibi, pasifist de değildir. Atatürk için önemli olan: “insan haklarına yaraşan bir yaşam” sürdürmektir.
Atatürk’ün insanlık idealine ilişkin olarak, değerli bir askerimizin konferans notlarında belirttiği gibi: “Milliyetçi Atatürk, aynı zamanda, insancıl (hümanist) Atatürk’tür. O, bütün insanların eşit hak ve fırsatlara sahip olma davasının şampiyonudur.” u Atatürk’e göre: “İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Kaldı ki, dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan, kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn, açıklık ve iyi geçim olmazsa bir millet, kendi kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Bunun için, insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa (Bana ne?) dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi, onunla alâkadar olmalıyız. Hadise ne kadar uzak olursa olsun, bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik, şahsî olsun millî olsun, daima fena sayılmalıdır.” 12
Atatürk’ün, bu görüşe dayanan çabalarının amacı, dünya barışına hizmet etmektir. O’na göre: “… dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve muvaffak olması ile mümkün olur..”13 Böylece Atatürk, insanlık idealine olan bağlılığını vurgulamış oluyor ve daha da ileri giderek, şu inancını belirtiyor: “İnsanları mutlu edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onları birbirlerine sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir”. 14
Atatürk’te insanlık idealinin kökleşmesi, O’nun şu inancından kaynaklanır: “Artık, insanlık kavramı, vicdanlarımızı temizlemeye ve hislerimizi yüceleştirmeye yardım edecek kadar yükselmiştir.”15 Bu görüşten hareketle Atatürk, şu prensibi öngörür: “Vatandaşların, bir milletin fertleri olmak itibariyle, millete, onun devlet ve hükümetine ve mensup olduğu milletin medenî insanlığın bir ailesi olması açısından, bütün insanlığa karşı, birtakım vazifeleri vardır”. 16
Atatürk’ün insanlık ideali, geleceğe yöneliktir ve umut doludur. Daha 1923 yılında, söylediği şu sözlerdeki içtenlik ne kadar etkileyicidir: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak, daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki, ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak vuku bulacaktır. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak, yerlerini milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen, yeni bir ahenk ve iş birliği çağı alacaktır”.17 “Geleceğin yüksek ufuklarından doğmaya başlayan güneş, asırlardan beri ıstırap çeken milletlerin talihidir. Bu talihin artık bir daha siyah bulutlara bürünmemesi, milletlerin ve onların önderlerinin dikkat ve fedakârlığına bağlıdır.”18 “insanlığa yönelmiş fikir hareketi er geç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün yok edecek ve ortadan kaldıracaktır. O zaman dünya yüzünden zalim, mazlum kelimeleri kalkacak; insanlık, kendisine yakışan bir sosyal duruma erişecektir.” 19
Atatürk, insanlık idealini savunmaya azimlidir: “Biz, kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız, insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.”20
Atatürk’ün insanlık ideali, asil ruhundaki insanlık sevgisinden kaynaklanır. Değerli fikir adamlarımızın sözleri ile: “Hiçbir faninin erişemeyeceği kadar üstün ve yüce bir insan sevgisine sahip…” 21 olan Ulu Önder, “İnsanlık idealine hizmet ederek insanlığa yeni değerler katan; Türk milletinin zekâ ve yeteneğini, tarihî oluşumdan da güç ve kuvvet alarak, insanlığın saadetine ve huzuruna hizmet veren ve insanlığı zafere ulaştıran yüce bir kişidir.”22



18 Ekim 2015 Pazar

1-10 KASIM DENKLEMİ

Dünyamız insanımız toplumumuz riskli kararlar alıp bilinmeze yönelmekten yana değil artık... Kimsenin kendi varoluşunu riske edip o riskin getireceği iyi yada kötü belirsizliklerle karşılaştırmaya niyeti de yok gücü de... Güvenlik her tür riskin ihtimalin önünü kesmiş durumda... Sahiplendiğimiz mal mülk( benim diyebilmenin güven hissi),mahalle ortamlarının yıkılıp siteleşme ( güvenlik odaklı yerleşimlerin güven hissi),din adı altında dayatılanlara inanma ve bizden yüce bir gücün korumasına olan sorgusuz sualsiz güvenimiz ve son olarak çıkarlarımız olduğu sürece doğru yada yanlış olmasını önemseme çıkarımızı korumanın güvenirliği...
İşte geldiğimiz nokta...
Sahte güvencelere sığındığımız için riskten kaçınıyoruz... Riskten kaçındıkça daha da güvenlikten yoksun bir yaşamın içine düşüyoruz.... bizim gibi aynı yoldan gidenleri avlamak ve sömürmek de kolaylaşıyor....
1 Kasım da bir kez olsun gözünü aç ve sahte güvencelerini bırak sürüden sıyrıl ve riske gir...Kendi varlığının var oluşunun farkına var
YOKSA ÇOK GEÇ OLACAK...
KALABALIK YERLER DAHA ÇOK BOMBALANACAK
DAHA ÇOK KAN AKACAK
DAHA ÇOK KATLİAM OLACAK
1 KASIM DA BUNA DUR DE Kİ 10 KASIM DA ATAMIZI ANALIM ÖZLEYELİM AMA ATAMIZA YAKIŞIR ŞEKİLDE ATAM İZİNDEYİZ DİYEBİLELİM...
Yazmasam olmaz erken gibi gözükse de gec olmasindan iyidir!!!

15 Ekim 2015 Perşembe

HUMAN'S HUMANITY

Humans are cruel.
Humans are killers.
Before guns it was knives
Before that it was stones
Invasions, burning homes,
Stealing lives and loves
The world is a horrid place
So they seem to think
To make us fear each other
Hate the very things
The very things that make life
Beautiful
We should see them as bad
So they say to listen
So they say us to live
So they say us to follow
Only for gain

Then die
Just forget
Only forget
And remember and repeat
Humans are good.
Humans are kind.
They live, love and laugh
They have the gift of hope
Helping them all to cope
Through evil human things
Sowing seeds and 
Sewing angel wings.

Humans are strange.
Humans are incomplete. 


The world is wonderful place
Full of kinds of fantastic people
Be deaf to the endless lies
The unending hatred 
Spewing from your tv
Good people are good people
Nothing else matters
Some people are gay
Some people are straight
Some people are both
Some people are good
Some people are bad
Most people are both
People are people
And people don't deserve to be hated
To be discriminated
To be abused

It is time to embrace love
To embrace people for what they are
Human and humanity
We are human, after all
So what else matters?



10 Ekim 2015 Cumartesi

TERÖRE FELSEFİ BAKIŞ

Terörizm, çağımızda uluslararası bir olgu, fakat dünyada resmi bir terör tanımı yoktur der Kaçuradi.  Bu tanımsızlık/ belirsizlik ise fazlasıyla başımızdaki yönetimin işine gelir. 'Dünya problemlerine, gündeme güncel olaylara katliamlara arka planında neler olduğuna bakmadan sadece politik olarak bakmak da bu terörü çıkmaz sokaklı bir kısırdöngüye dönüştürmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Nedir bu “Arka plana bakmak?” Sadece dünyadaki sorunlara değil, Türkiye'de yaşanmakta olan sorunlara da “arka planı” görerek bakmamız gerekir ki ilerleyebilelim. Terör, sadece bir 'siyasal' meselemidir yoksa göremediğimiz bir tarihsel ve felsefi arka planı da var mıdır?  Var ise nedir bu arka plan?
Terör'ü,felsefi sorun olarak en iyi görüp temellendiren filozof, Camus'tur. Camus'un Tahsin Yücel tarafından yapılan çevirisinde “Başkaldıran İnsan “ kitabında “Terör” kavramı beş başlığa ayrılır.
1)Bireysel Terörizm
2)Devlet Terörizmi
3) İrrasyonel Terör
4)Devlet Terörizmi
5)Rasyonel Terör'
Terör kavramı,  daha çok Camus gibi Varoluşcu filozofların zihnini meşgul eder. Varoluşçu filozofların Terör konusunu sorunsallaştırmalarını, özellikle 1789 Fransız Devrimi'ni izleyen 'Terör' dönemine ilişkin tarihsel verilere ve özellikle, 1940 sonrası Nazi işgali yıllarından edinilmiş deneyimlere bağlayabiliriz. Sartre'ın 'Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde felsefi bir sorun olarak ele alıp irdelediği 'Terör'ün arka planına, 1940'ta Alman birliklerinin Paris'i işgalinin gölgesi düşer.
Varoluşçu filozofların en ünlüsü Jean-Paul Sartre’ın yaklaşımı da bu konuda oldukça sert ve radikaldir. Merleau-Ponty, ve kendisinden etkilenen Sartre  da Stalin'in gazabına uğrayanlara uyguladığı korkunç zorbalıkları buna Camus'uizleyerek 'Devlet Terörü' 'Adaletin yerini bulması' şeklinde değerlendirmesi oldukça manidardır.Sartre, Terör'ü hem bürokratik açıdan ve de devlet terörü'nden farklı olarak and içerek bir araya gelmiş bir 'Kardeşler Grubu' (Sartre'ın kavramsallaştırmasıyla: “groupe en fusion') açısından ele alır. Bürokratik terör, Sartre'ın terminolojisinde bir 'Özgürlük -Terör'dür ('Liberté-Terreur'); 'Kardeşler Grubu'nun terörü ise bir 'Kardeşlik -Terör'! Bir bürokratik örgütte bir buyruğu yerine getirmemeyi seçmek, bu seçmeyi yapanın özgürlüğüne yüklenen ağırlığı, teröre dönüştürür. Bu, Özgürlük-Terör'dür Sartre'a göre ve seçme yapabilmek özgür olmaksa eğer, bu özgürlük buyruğa uymamayı seçmenin dayanılmaz ağırlığını da birlikte getirir. Çünkü, buyruğa uymamak, hele savaş dönemlerinde, vatan hainliği' ile suçlanıp idam edilmek anlamına bile gelebilir.'Kardeşlik-Terör' ise, hayatlarını and içerek belirli bir amaca ulaşmaya adamış olan 'Kardeşler Grubu'ndan ('groupe en fusion') birinin bu andından geri dönmesi durumunda ortaya çıkar. Burada söz konusu olansa, Sartre'a göre, daha önceden yapılmış bir seçme ile vazgeçilmiş olan özgürlüğün geri alınmak istenmesidir. Bunun da bir bedeli vardır: Sartre'ın 'Kardeşlik-Terör' dediği ise tastamam bu bedeldir:
Kısaca Terör, Sartre'a göre, ya bir haine ('Kardeşlik-Terör') ya da bir 'vatan haini'ne ('Özgürlük-Terör') yönelik ağır bir cezalandırma biçimidir
GREENSEA

2 Ekim 2015 Cuma

AYDIN VE DEVRİMCİ LEVENT KIRCA’NIN KANSERLE İMTİHANI & ÖLÜMLE YÜZLEŞMESİ

HÜKÜMETLERE KAFA TUTMUŞ ADAMIM ÖLÜME DE EĞİLMEM!
Ayşe Arman Röportajı
A.A-Öncelikle çok geçmiş olsun. Siz bir sürü şey yaşadınız. Bunu da atlatırsınız ve sağlığınıza kavuşursunuz.
L.K-Teşekkür ederim güzel dileklerin için. Ama çok da iyi değilim. Ölecekmişim gibi hissediyorum. Karaciğer kanseri olduğum için böyle hissediyor olabilirim, kim bilir belki de iyileşebilirim… Ama zaten insanın kendini düşünme zamanı mı şimdi, baksana ortalık yangın yeri.
A.A- Onlar da önemli, sizin başınıza gelenler de. Neden ben diyor musunuz?
L.K-Hayır. Hiç. Oysa etrafımda “Allahım niye böyle oldu? Neden beni buldu? İnşallah ölmeyeceğim herkes bana dua etsin” diyenleri görüyorum. Onların hastalıkla yüzleşmesi böyle saygı duyuyorum. Ama ben hastalığıma böyle yaklaşmıyorum. Belki de “devrimci bir kültürle” büyüdüğüm için “öleceksek öleceğiz” diyorum. Ölüm de güzel bir şey. Doğumu yaşıyoruz ölümü de hakkıyla yaşamak lazım. Böyle düşünüyorum.
A.A-Ağır oldu bu söyledikleriniz! Biz genelde bunları konuşmayız.
L.K-İyi de sadece ben değil, hepimiz ölümü yaşayacağız. Ölüm de bir güzellik. Bir müziğin sonu, bir oyunun sonu, bir eserin sonu gibi insanın sonu… Finali güzel yaşamak lazım. Ağlayıp,sızlayıp dövünüp onu rezil etmemek lazım. Bir de, 65 yaşına gelmişim. Okumuş yazmış, çizmiş üretmişim.Şan-ı şöhreti görmüşüm, bunu taşıyabilmişim, çoluğum çocuğum olmuş, hayatıma birbirinden değerli insanlar girmiş, bu insanlar beni sevmiş mutlu olmuşum. E 65’te ölmezsem 75 ‘imde öleceğim.
A.A-İnsan tırsmıyor mu?
L.K-. İnsan tırsmıyor. İlk kanserimde afallamıştım. Bu kez tuhaf bir şekilde kabullendim. İnsan olgunlaşıyor, dik durmayı öğreniyor. Gerekirse de ölürüm. Hayatta dik durmayı başarmış, hükümetlere kafa tutmuş devrimci bir adam olarak, yine dik duracağım.  Ben ölüme de eğilmem. Bu gibi durumlarda 18’liklerin şehit olduğunu görüp “neden ben” demek bence bencillik… Seneler evvel bir arkadaşım çok ağır kanserdi. Hastaneye ziyaretine gittim. Hiç unutamam pencereyi açtı ve gökyüzüne bağırdı “Neden ben?” diye. Sesimi çıkarmamıştım ama yadırgamıştım. Neden ben demek bencillik gibi geliyor bana. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor? 18 yaşında çocuk şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması. Kemoterapiye gittiğimde küçücük çocuklar görüyorum. Onlar acı çekerken benim şikayet etmem, ölmek istemiyorum gitmeyeceğim, kazık çakacağım diye tutturmam ayıp değil mi? Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş çok mu?
L.K-Hep aynı klişeler… Seni çok iyi gördük, sen bizi gömersin gibi aynı klişe sözleri tekrarlıyorlar… Onların da işi zor! Ne diyecekler… Ama sonra komik oluyor. Çünkü ard arda gelen üç kişi aynı klişe cümleyi kuruyor

TAMAMINI MERAK EDİP OKUMAK İSTEYENLERE :