3 Ağustos 2015 Pazartesi

HANGİSİNE İNANSAK


Massada’ya Josephus’un deyişiyle 73 yılında, bin kadar Yahudi, kayalık tabyaların üzerinde gerçekleştirdiği zorlu bir direnişin sonunda, Romalıların saldırılarına yenik düşmek üzeredir. Bu sırada önderleri Eleazar,anın koşullarını aşan çok uzun bir konuşmayla onlardan toplu intiharda bulunmalarını ister. Söz konusu konuşma, yaşlı asker vasiyeti bağlamıyla Stoacı, Yeni Platoncu ve Hinduist düşünceleri birleştiren, felsefi intiharın geleneksel kanıtlarını içerengerçek bir intihar savunucusudur;
  Ölüm uyku gibidir, bizi kısa ve sıkıntılı bir yaşamdan kurtarır; artık felaketlerden başka bir şey sezinlenemez olduğunda yaşamaya devam etmek aptalcadır; madem ki bir gün gitmek zorundayız, bunun için en uygun zamanı neden biz belirlemeyelim? Ruhumuz,bu iğrenç dünya yaşamından sonra mutlu bir ölümsüzlüğe kavuşmak için beden denilen şu zindandan çıkmaya can atar. İntihar, özgürlüğümüzün en büyük kanıtıdır ve bütün sıkıntıları yenmemize izin verir. Her halükarda Tanrı bizim cezalandırılmamızı ister. Bazı pasajların, Yahudi zihniyetinin ötesine geçen bir yankısı olur;
“Tanrı’nın bize bağışladığı lütfa, hala özgürken kendi isteğimizle ve şerefli bir biçimde ölebilme lütfuna layık olalım; yenilmeyebiliriz umuduyla hayale kapılanların hiçbir zaman şansı olmadı. Düşmanlarımızın tek istediği bizi canlı ele geçirebilmek; direnişimiz ne kadar büyük olursa olsun,yarın saldırıya yenik düşmeye engel olamayacağız; ama onlar, bizim gözüpek bir ölümle onlardan önce davranıp en sevdiğimiz kişilerle birlikte ölmemizi engelleyemezler… Bizim kendimize verdiğimiz bu ceza, hak ettiğimizden çok daha küçük olacak çünkü biz kadınlarımızı namuslarını kaybetmekten, çocuklarımızı özgürlüklerini kaybetmekten korumuş olmanın ve kötü kaderimize rağmen utanç verici bir tutsaklığa katlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmak yerine kendi vatanımızın yıkıntıları altına gömülerek kendimize şerefli bir mezarlık sağlamış olmanın tesellisiyle öleceğiz.
“(…) Artık korkulacak hiçbir şey olmadan yaşanabileceğinden emin olunsa bile, bu kadar korkunç felaketleri gözünün önünde canlandırınca, kim hala gün ışığını görmek isteyebilir; daha açık söylemek gerekirse, kim hala hayatta olmayı büyük bir felaket saymayacak ve bu kutsal kentin yerle bir olduğunu, Kutsal Tapınağımızın bir günah yangınıyla tamamen yıkıldığını görmeden ölenlerin mutluluğunu kıskanmayacak kadar kadın vatan düşmanı ve korkak olabilir? Düşmanlarımızdan bir bakıma öç alabilme umuduyla,yiğitçe karşı koyarak şuana kadar dayandık ama artık umut kalmadı, hala yapabilecek gücümüz varken ölüme koşmak ve onlar için yapabileceğimiz en büyük iyilik buyken karılarımızı ve çocuklarımızı da öldürmek için daha ne bekliyoruz? Biz ölmek için doğduk;ölüm, doğanın kaçınılmaz yasasıdır ve ne kadar güçlü ve mutlu olursa olsun her insan buna tabidir. Ama doğa bizi hiçbir zaman, tutsaklığa ve hakaretlere katlanmaya ve ölümle korumak elimizdeyken, sırf korkaklığımız yüzünden, kadınlarımızın namusunun, çocuklarımızın özgürlüğünün ellerinden alınmasını izlemeye zorlamaz. Ve o gün dokuz yüz altmış Yahudi intihar eder.
  Zehrin ardından panzehir. Peri tu İudhaiku polemu (Yahudilerin Savaşı) gerçekte Eleazar’ın söylevinin aksini içerir. Nazik koşullar içinde konuşan bu kez Flavius Josephus’un kendisidir. Arkadaşlarıyla birlikte Romalılar tarafından ele geçirilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Josephus, Romalıların onu öldürmeyeceğinesöz vermesi üzerine arkadaşlarını intihar etmemek konusunda ikna etmeye çalışır. Burada da söylev bağlamının dışına çıkıp felsefi ve dini genel bir boyut kazanır. Bu konuşma gerçekte intihar karşıtları tarafından günümüze kadar söylenip duracak olan kanıtları içerir: 
  Bu eylem bir korkaklık belirtisidir, askerden kaçmaya benzer; bu doğaya aykırı bir eylemdir çünkü doğa bize yaşama içgüdüsü vermiştir; bu Tanrı’ya karşı bir suçtur çünkü bize can veren ve bu canın sahibi O’dur. Onu kullarının birinden yoksun bırakmaya hakkımız yoktur; kendini öldürenlerin ruhu cehenneme gider, bedenleriyse teşhir edilir.
“Ölümün ardından koşmaya zorlayan hiçbir şey yokken kendini öldürmek, görev gereği görevle karşı karşıya kalındığında ondan korkmaktan yada kaçmaktan daha az korkakça bir davranış değildir. Romalılara teslim olmamızı engelleyen ölüm korkusu değil de nedir? Kesin olmayan bir ölümden korunmak için kesin bir ölümü seçmenin mantığı nedir? Bu, kölelikten kurtulmak için diyorsanız sorarım size içinde sıkışıp kaldığımız durum özgürlük lehine gelişebilir mi? Kendini öldürmenin cesurca davranış olduğunu söylüyorsunuz ben ise tam tersine bunun korkakça bir davranış olduğunu iddia ediyorum: Ben bunun, fırtına çıkacak korkusuyla daha gemi batma tehlikesiyle karşı karşıya kalmadan onu elleriyle sulara gömen korkak bir kaptan gibi davranmak olduğunu düşünüyorum;kısacası ben bunun, tüm hayvanların içgüdüsüyle savaşmak olduğunu ve tanrıtanımazlıkla, onları yaratan ve hepsine tam tersi bir içgüdü veren Tanrı’nın kendisine hakaret etmek olduğunu söylüyorum.Onların arasında kendini öldürtenleri görür müsünüz hiç, doğa yaşama isteğini onlara dokunulmaz bir yasa olarak benimsetmemiş midir? Bizde bu nedenle yaşamlarımıza tecavüz edenleri düşmanlarımız gibi görüp cezalandırmaz mıyız? Yaşamımızı Tanrı’dan aldığımıza göre O’nun insanlara yaptığı bu bağışın onlar tarafından küçümsenmesine kızmadan tahammül ettiğini düşünebilir miyiz? Hiç kimse yoktur ki  sahibi kötü olsa bile kaçan bir köleyi cezalandırmanın adil olduğu konusunda mutabık olmasın; ve biz sadece sahibimiz değil üstelik son derece  iyi bir sahip olan Tanrı’yı ceza görmeden bırakıp gidebileceğimizi düşüneceğiz öyle mi! Canice bir merakla kendilerini öldüren bu dinsizlerin ruhları cehennemin koyu karanlıklarına atılır. Böyle bir cinayetin iğrençliğini bilen bilge yasa koyucumuz, bu nedenle daha önce savaşta öldürülenlerin cesetlerinin gömülmesine izin verdiyse de, gönüllü olarak kendini öldürenlerin cesetlerinin günbatımı sonrasına kadar mezarsız bırakılmasını buyurur; aşırı öfkeleri, kendilerine silahlanmalarına yol açan katillerin ellerini kesen uluslar bile vardır çünkü onlar bedenlerini ruhlarından ayırdıklarına göre, onlarda onların ellerini bedenlerinden ayırmanın adil olduğuna inanırlar.

  Bu söylev Josephus’un arkadaşlarını ikna edemez. İntiharlar başlar.

HANGİSİNE İNANMAK GEREK? İNTİHARLA KARŞI KARŞIYA GELDİĞİNDE ONUN ALEYHİNDE KONUŞAN JOSEPHUS’A MI YOKSA KUŞKUSUZ SÖYLEVİNİ KALEME ALDIĞI ELEAZAR’IN SESİYLE İNTİHARI SAVUNAN JOSEPHUS’A MI?

ORTAÇAĞ’DA İNTİHAR AYRIMLARI
İNTİHARIN TARİHİ

GEORGES MİNOİS

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder