Massada’ya Josephus’un deyişiyle 73 yılında, bin kadar
Yahudi, kayalık tabyaların üzerinde gerçekleştirdiği zorlu bir direnişin
sonunda, Romalıların saldırılarına yenik düşmek üzeredir. Bu sırada önderleri
Eleazar,anın koşullarını aşan çok uzun bir konuşmayla onlardan toplu intiharda
bulunmalarını ister. Söz konusu konuşma, yaşlı asker vasiyeti bağlamıyla
Stoacı, Yeni Platoncu ve Hinduist düşünceleri birleştiren, felsefi intiharın
geleneksel kanıtlarını içerengerçek bir intihar savunucusudur;
Ölüm uyku gibidir,
bizi kısa ve sıkıntılı bir yaşamdan kurtarır; artık felaketlerden başka bir şey
sezinlenemez olduğunda yaşamaya devam etmek aptalcadır; madem ki bir gün gitmek
zorundayız, bunun için en uygun zamanı neden biz belirlemeyelim? Ruhumuz,bu
iğrenç dünya yaşamından sonra mutlu bir ölümsüzlüğe kavuşmak için beden denilen
şu zindandan çıkmaya can atar. İntihar, özgürlüğümüzün en büyük kanıtıdır ve
bütün sıkıntıları yenmemize izin verir. Her halükarda Tanrı bizim cezalandırılmamızı
ister. Bazı pasajların, Yahudi zihniyetinin ötesine geçen bir yankısı olur;
“Tanrı’nın bize bağışladığı lütfa, hala özgürken kendi
isteğimizle ve şerefli bir biçimde ölebilme lütfuna layık olalım;
yenilmeyebiliriz umuduyla hayale kapılanların hiçbir zaman şansı olmadı.
Düşmanlarımızın tek istediği bizi canlı ele geçirebilmek; direnişimiz ne kadar
büyük olursa olsun,yarın saldırıya yenik düşmeye engel olamayacağız; ama onlar,
bizim gözüpek bir ölümle onlardan önce davranıp en sevdiğimiz kişilerle birlikte
ölmemizi engelleyemezler… Bizim kendimize verdiğimiz bu ceza, hak ettiğimizden
çok daha küçük olacak çünkü biz kadınlarımızı namuslarını kaybetmekten,
çocuklarımızı özgürlüklerini kaybetmekten korumuş olmanın ve kötü kaderimize
rağmen utanç verici bir tutsaklığa katlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmak
yerine kendi vatanımızın yıkıntıları altına gömülerek kendimize şerefli bir
mezarlık sağlamış olmanın tesellisiyle öleceğiz.
“(…) Artık korkulacak hiçbir şey olmadan yaşanabileceğinden
emin olunsa bile, bu kadar korkunç felaketleri gözünün önünde canlandırınca,
kim hala gün ışığını görmek isteyebilir; daha açık söylemek gerekirse, kim hala
hayatta olmayı büyük bir felaket saymayacak ve bu kutsal kentin yerle bir
olduğunu, Kutsal Tapınağımızın bir günah yangınıyla tamamen yıkıldığını
görmeden ölenlerin mutluluğunu kıskanmayacak kadar kadın vatan düşmanı ve
korkak olabilir? Düşmanlarımızdan bir bakıma öç alabilme umuduyla,yiğitçe karşı
koyarak şuana kadar dayandık ama artık umut kalmadı, hala yapabilecek gücümüz
varken ölüme koşmak ve onlar için yapabileceğimiz en büyük iyilik buyken
karılarımızı ve çocuklarımızı da öldürmek için daha ne bekliyoruz? Biz ölmek
için doğduk;ölüm, doğanın kaçınılmaz yasasıdır ve ne kadar güçlü ve mutlu
olursa olsun her insan buna tabidir. Ama doğa bizi hiçbir zaman, tutsaklığa ve
hakaretlere katlanmaya ve ölümle korumak elimizdeyken, sırf korkaklığımız
yüzünden, kadınlarımızın namusunun, çocuklarımızın özgürlüğünün ellerinden
alınmasını izlemeye zorlamaz. Ve o gün dokuz yüz altmış Yahudi intihar eder.
Zehrin ardından
panzehir. Peri tu İudhaiku polemu (Yahudilerin Savaşı) gerçekte Eleazar’ın
söylevinin aksini içerir. Nazik koşullar içinde konuşan bu kez Flavius
Josephus’un kendisidir. Arkadaşlarıyla birlikte Romalılar tarafından ele
geçirilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Josephus, Romalıların onu
öldürmeyeceğinesöz vermesi üzerine arkadaşlarını intihar etmemek konusunda ikna
etmeye çalışır. Burada da söylev bağlamının dışına çıkıp felsefi ve dini genel
bir boyut kazanır. Bu konuşma gerçekte intihar karşıtları tarafından günümüze
kadar söylenip duracak olan kanıtları içerir:
Bu eylem bir korkaklık belirtisidir, askerden kaçmaya benzer; bu doğaya
aykırı bir eylemdir çünkü doğa bize yaşama içgüdüsü vermiştir; bu Tanrı’ya
karşı bir suçtur çünkü bize can veren ve bu canın sahibi O’dur. Onu kullarının
birinden yoksun bırakmaya hakkımız yoktur; kendini öldürenlerin ruhu cehenneme
gider, bedenleriyse teşhir edilir.
“Ölümün ardından
koşmaya zorlayan hiçbir şey yokken kendini öldürmek, görev gereği görevle karşı
karşıya kalındığında ondan korkmaktan yada kaçmaktan daha az korkakça bir
davranış değildir. Romalılara teslim olmamızı engelleyen ölüm korkusu değil de
nedir? Kesin olmayan bir ölümden korunmak için kesin bir ölümü seçmenin mantığı
nedir? Bu, kölelikten kurtulmak için diyorsanız sorarım size içinde sıkışıp
kaldığımız durum özgürlük lehine gelişebilir mi? Kendini öldürmenin cesurca
davranış olduğunu söylüyorsunuz ben ise tam tersine bunun korkakça bir davranış
olduğunu iddia ediyorum: Ben bunun, fırtına çıkacak korkusuyla daha gemi batma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmadan onu elleriyle sulara gömen korkak bir
kaptan gibi davranmak olduğunu düşünüyorum;kısacası ben bunun, tüm hayvanların
içgüdüsüyle savaşmak olduğunu ve tanrıtanımazlıkla, onları yaratan ve hepsine
tam tersi bir içgüdü veren Tanrı’nın kendisine hakaret etmek olduğunu
söylüyorum.Onların arasında kendini öldürtenleri görür müsünüz hiç, doğa yaşama
isteğini onlara dokunulmaz bir yasa olarak benimsetmemiş midir? Bizde bu
nedenle yaşamlarımıza tecavüz edenleri düşmanlarımız gibi görüp cezalandırmaz
mıyız? Yaşamımızı Tanrı’dan aldığımıza göre O’nun insanlara yaptığı bu bağışın
onlar tarafından küçümsenmesine kızmadan tahammül ettiğini düşünebilir miyiz?
Hiç kimse yoktur ki sahibi kötü olsa
bile kaçan bir köleyi cezalandırmanın adil olduğu konusunda mutabık olmasın; ve
biz sadece sahibimiz değil üstelik son derece
iyi bir sahip olan Tanrı’yı ceza görmeden bırakıp gidebileceğimizi
düşüneceğiz öyle mi! Canice bir merakla kendilerini öldüren bu dinsizlerin
ruhları cehennemin koyu karanlıklarına atılır. Böyle bir cinayetin iğrençliğini
bilen bilge yasa koyucumuz, bu nedenle daha önce savaşta öldürülenlerin
cesetlerinin gömülmesine izin verdiyse de, gönüllü olarak kendini öldürenlerin
cesetlerinin günbatımı sonrasına kadar mezarsız bırakılmasını buyurur; aşırı
öfkeleri, kendilerine silahlanmalarına yol açan katillerin ellerini kesen
uluslar bile vardır çünkü onlar bedenlerini ruhlarından ayırdıklarına göre,
onlarda onların ellerini bedenlerinden ayırmanın adil olduğuna inanırlar.
Bu söylev
Josephus’un arkadaşlarını ikna edemez. İntiharlar başlar.
HANGİSİNE İNANMAK GEREK? İNTİHARLA KARŞI KARŞIYA GELDİĞİNDE
ONUN ALEYHİNDE KONUŞAN JOSEPHUS’A MI YOKSA KUŞKUSUZ SÖYLEVİNİ KALEME ALDIĞI
ELEAZAR’IN SESİYLE İNTİHARI SAVUNAN JOSEPHUS’A MI?
ORTAÇAĞ’DA İNTİHAR AYRIMLARI
İNTİHARIN TARİHİ
GEORGES MİNOİS
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder