Yaşadığınız şehri
sevin ya da sevmeyin siz de o şehri yaşanır kılan insanlardan birisiniz. O şehir
de yer içer, gezer eğlenirsiniz. Kimine
göre toplum, kimine göre sürü olarak adlandırılan insanlarla dolu şehir kalabalığına
ve bu kalabalığın uydurduğu düzene uyuyorsanız yaşadığınız şehri sevenler
sınıfına kendiliğinden dahil olursunuz. Ki bu dahil oluş, benimsenme, kabul
görme ve sevilme ihtiyacı duyan insan türü için nefes alıp vermek kadar gerekli
bir o kadar da vazgeçilmezdir.
Şehrinize kuş bakışı bakın… Şehrinizde ne
görüyorsunuz? Camiler, alışveriş merkezleri ve bu ikisinin arasına sıkışıp
kalmış tiyatro binaları, sergi salonları kültür merkezleri ve tabi ki şehrinizin
tarihi geçmişi… Yaşadığımız hız çağında koşuşturmaca arasında araya sıkışıp
kalanları fark etmek için zamanınız ve haliniz kalmaz. Bu süreç hızla yayılan
güçlü bir grip mikrobu gibi herkese sirayet eder ve toplumsal bir hal alır. İlk
önce kimin bu salgın hastalığı başlattığını bulmak isteği duyabilirsiniz,
çabalayabilirsiniz fakat bunun zorlu bir uğraş olduğunu görüp kaldığınız yere
dönersiniz. Kendinizi bu uğraşı bırakmak zorunda oluşunuzla ilgili kandırmanız
için ise fazla bir şeye gerek yoktur; elinizin altındaki binlerce sebepten en
belirgin olanlarını seçersiniz; yoğunluk, koşturmaca, zamansızlık gibi…
İşte
ben süreçte Jose Saramago’nun “Mağara’sına” denk geldim. Jose Saramago da “Mağara” eserinde bu durumu ele alıyor. Yaşadığımız
kentlere dolayısıyla dünyaya yayılan dev alışveriş yaşam merkezlerinin
yarattığı yozlaştırıcı değişiklikleri sorgulayan ironik üslubuyla “Mağara’yı modern
hapishaneye benzeterek anlatıyor. En dokunaklı en düşündürücü olan ise bu
değişim sırasında el emeğiyle yaptığı çömlekleri artık satamayan çömlekçi ve
ailesinin yaşadıklarının anlatıldığı bölümler görmeyen gözleri ve duymayan
kulakları ve düşünmeyen beyinleri düşünmeye fark etmeye davet ediyor.
Saramago’nun bu davetiyle ben, hızlı değişimin
yarattığı zorluklarıyla ve tüketim çılgınlığıyla yüzleşmenin yanı sıra alışverişin
ihtiyacımız olmayan şeyleri almaya da bizi ittişiyle ve bizleri olmadığımız
kişiler olmaya zorlayışıyla da yüzleştim. Bir dergi de modelin üstünde
gördüğümüz kıyafeti alarak “ o model gibi olma çabası içine girdiğimizi”, yani alışverişin aslında var olmayan ütopik
kimliklerin edinildiği bir aktiviteden ibaret olduğunu büyük bir
hüzünle fark ettim.
Paco Underhill: Eğer mağazalara sadece bir şey satın almaya ihtiyacımız
olduğunda gitseydik ve sadece planladığımız ve ihtiyacımız olan şeyi alsaydık
ekonomi çökerdi! Der ve
kesinlikle haklılık payı vardır. Tıpkı yazımın başında da belirttiğim gibi yaşadığınız
şehri sevin ya da sevmeyin siz de o şehri yaşanır kılan insanlardan birisiniz;
o şehir de yer içer, gezer eğlenirsiniz ekonomisini döndürürsünüz. Saramago da
ütopik yaşam ve alışveriş merkezlerini mağara hatta modern hapishaneye
benzetirken de en az Paco Underhill kadar haklıdır… Onlar haklılıklarını
kanıtlamış son sözü yine bize bırakmışlardır şimdi benim de yapacağım gibi…
GREENSEA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder